Türk sosyolojisinin kurucusu ve Türk milliyetçiliğinin önde gelen düşünürlerinden biri olan Ziya Gökalp, vefatının 100. yıl dönümünde anılıyor. Gökalp’in, İngilizler tarafından sürgün edildiği Malta adasının Polverista şehrinden kızı Seniha Hanım’a yazdığı mektup, gündeme oturdu.
Milli mücadele döneminde fikirleri ve eserleriyle Türk toplumunun yeniden inşasında önemli bir rol oynayan Ziya Gökalp, sürgünde olduğu dönemde dahi memleketine ve ailesine duyduğu özlemi satırlarına yansıttı. Malta sürgünü sırasında kaleme aldığı bu mektupta, kızı Seniha Hanım’a duyduğu derin sevgiyi ve umut dolu mesajlarını dile getiren Gökalp’in ifadeleri, hem dönemin zorluklarına ışık tutuyor hem de milli mücadele ruhunu gözler önüne seriyor.
İşte Türk Yolu Dergisi 11. sayısında yayınlanan Gökalp’in kaleminden kızına yazdığı mektup:
“Kızım Seniha Hanım’a
Sevgili Kızım,
Senden ve annenden 18 ve 25 Eylül tarihli ikişer mektup aldım. Kahverengi elbisemin geldiğini yazmıştım. On iki lira da hâlâ gelmedi. Gelince yazarım. Orada çıkan bâzı havâdisler meserret, bâzıları da keder verdiğini yazıyorsun. Benim âdetim hiçbir havâdise inanmamaktır. İnsan masal dinlerken, yâhut tiyatro seyrederken işittiği, yâhut gördüğü şeylerin doğruluğuna inanır mı? Havâdislerin bunlardan ne farkı var? Şimdi yalan havâdis neşretmek, bir sanat, bir fen mahiyetini almış. Bunun birçok memurları, mütehassısları, kuvvetli teşkilatı var. Hatta bâzı memleketlerde bunun için bir Nezâret de icad etmişler; başına bir Nâzır dikmişlerdir. Yalan havâdis neşretmenin nâzikâne ismi propagandadır. Şimdi insan nasıl yediği yağların hâlis olduğundan emin olmazsa, gazete ve ajans havâdislerinin, yâhut âdî sokak laflarının da doğruluğundan emin olmamalıdır. Bugün bütün insanlar bu propaganda adlı ağın içindedir. Bir taraftan ilim, insanlara hakikati öğretmeğe çalışırken, diğer taraftan da propaganda, insanları yalanlara inanmağa icbâr ediyor. Medeniyet iki yüzlü bir acûzedir. Doğruyu da o söyler, yalanı da o icadeder. Yalan söylemek, ticaret nâmına yapılırsa adı ‘reklâm’dır; siyâset nâmına yapılırsa adı ‘propaganda’dır; din nâmına yapılırsa adı ‘misyonerlik’tir. Ahlâk nâmına yapılırsa adı ‘nezâket’tir. Bence en iyisi bu sonunkisidir; çünkü en az zararı ve en çok faydası olan budur. Havâdisleri masal dinler gibi dinlemeli! En akla sığmaz masallarda bile bir hakikat rûhu olduğu gibi, en yalan bir havâdiste bile bir hakikat şemmesi sezilir. Meselâ birisinin aleyhinde bulunmakta ısrâr ediliyor. Bu, yalnız ona çok kıymet verildiğini gösterir. Ajanslar, gazeteler bir haberde çok mübelağa gösterdiler mi, mutlaka onun aksi doğrudur; çünkü fiilin tesirini azaltmak için sözün kuvvetine müracaat ediliyor. Hasılı, insanların yüzleri sinemadaki çehrelerden farksız oldu gibi, sözleri de romanlardaki sözlerden daha çok doğru değildir. Rahat yaşamak isteyen, ne yüzlere aldanır, ne de sözlere inanır. İnsan öyle bir kumaştır ki, ekseriya tersi yüzüne uymaz. Sözlerin arkasında işleri görebilmek, havâdislerden ziyâde vakıalara dikkat etmek hünerdir! Allaha ısmarladık, sevgili kızım!
Perşenbe, 14 Teşrinievvel 1336 (14 Ekim 1920), Polverista
Baban,
Ziya Gökalp”