Tom Reynolds | BBC Sport
Bazen alınan bir karar, tarihin akışını değiştirir.
2008’de Barcelona kenti, modern futbolu değiştiren bir karar anına tanık oluyordu.
Frank Rijkaard yönetimindeki Katalan kulübü o dönemde eski gücünden uzaklaşmıştı.
İki sezon üst üste herhangi bir kupa alamayan Barcelona, o sezon Real Madrid haftalar öncesinden şampiyonluğunu ilan edince Madrid’deki karşılaşma öncesinde ezeli rakipleri sahaya çıkarken onları alkışlamak zorunda kalmıştı.
Bu da yetmezmiş gibi Madrid ekibi sahada Barcelona’yı haşat etmiş, 4-1 biten karşılaşmanın ardından ev sahibi taraftarlar, rakiplerinin baskı altındaki kulüp başkanı Joan Laporta’ya seslenerek “Laporta lütfen görevde kal!” tezahüratı yapmıştı.
Barça’nın ligi üçüncü bitirdiği o sezon, takımın yıldızı Ronaldinho attığı gollerden çok gece kulübünde eğlenmesiyle adından söz ettiriyordu.
Takım disiplini azalırken Ronaldinho’nun uyuyakalıp antrenmana yetişememesi ve kilo almasıyla ilerleyen süreçte, her basın toplantısında Rijkaard’a istifa edip etmeyeceği sorulmaya başlamıştı.
Madrid taraftarlarının tezahüratına, Laporta farklı bir adım atarak yanıt verdi ve 24 saat içinde Rijkaard’ı görevden aldı.
Yerine kim gelecekti?
Listenin ilk sırasında, futbola pragmatik yaklaşan herkesin listesinin de tepelerinde yer alacak Jose Mourinho vardı.
Mourinho, takımın eski teknik direktörleri Bobby Robson ve Louis van Gaal’in yardımcılığını yapmıştır ve bu yüzden kulüple de arası iyiydi.
O dönem Avrupa’daki tüm teknik direktörlerden daha etkileyici bir CV’si vardı.
Portekiz ekibi Porto ile hem UEFA Kupası hem de Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış, Chelsea’yi de tarihinde ilk defa iki sezon üst üste Premier Lig şampiyonluğuna taşımıştı.
Fakat Barcelona bu A sınıfı teknik direktör yerine B sınıfı bir isme yöneldi: Barcelona’nın B takımının teknik direktörü.
Daha önce hiç üst düzey bir ligde çalışmamış, önceki sezonlarda yalnızca İspanya dördüncü ligi ve bir Katalan bölgesel liginde teknik direktörlük yapmış bir isim.
Pep Guardiola.
Bunun nedenini anlamak ve futbolu değiştiren bu kararın arkasında yatanları çözmek için Barcelona’nın pragmatizmdense şiire önem veren DNA’sını incelemek gerekiyor.
Bir adamın yöntemleri, fikirleri ve içgüdülerinin her şeyi değiştirebilmesini sağlayan da buydu.
BBC Sport’un yeni belgeseli (Mükemmeliyetin Peşinde) belgeseli, Pep Guardiola’yı anlamak için Johan Cruyff’u anlamak gerektiğini gösteriyor.
Adı Barcelona ile özleşen Cruyff, bu takımda futbolcu olarak 1974’te La Liga ve 1978’de Kral Kupası’nı kaldırmış, 1988-96 yılları arasında ise teknik direktör olarak dört yıl üst üste lig şampiyonluğunun yanı sıra Avrupa Kupası’nı da kazanmıştı.
Cruyff’un Guardiola’nın kariyerinde büyük bir etkisi vardı.
1990 yılında Barcelona B takımında oynayan 19 yaşındaki Guardiola’yı, Michael Laudrup ve Ronald Koeman gibi dünya yıldızlarıyla dolu A takımına monte eden de kendisiydi.
2001 yılında Guardiola’nın pek bilinmeyen Katalanca kitabı “Halkım, Futbolum”un hayalet yazarı olan Lu Martin, Guardiola’yı en iyi tanıyanlardan biri.
“Barcelona’nın kas gücü Puyol’du. Beyni ise Guardiola’ydı” diyor ve ekliyor:
“Guardiola takımı kendine getiriyordu, çünkü Cruyff’un kendisinden istediği her şeyi anlıyordu.
“Cruyff’un iki oğlu vardı: Öz oğlu Jordi ve spor dünyasındaki oğlu Pep.”
Jordi Cruff da babasının, Guardiola’nın iyi bir teknik direktör olacağını önceden sezdiğini söylüyor.
Bugün Guardiola’ya en sık yöneltilen eleştiri Barcelona, Bayern Munih ve Manchester City gibi yıldızlarla dolu ve büyük bütçeli ekiplerle şampiyonluklar kazanmış olması.
Bunu dillendirenler, daha küçük ve mütavazı takımlarla bunu başaramayabileceğini ima ediyor.
Fakat o, bunu Barcelona B gibi küçük bir ekiple de başarmıştı.
37 yaşında Barcelona B’nin başına geçerken “Evet futbolculuk geçmişim var ama teknik direktör olarak sıfırdan başlıyorum” demişti.
Kulübün gençlik akademisinin başına geçebilecekken B takımının başına geçmesi de pek çoklarını şaşırtmıştı.
Öte yandan Barcelona B de, tıpkı Guardiola gibi sıfırdan başlıyordu.
Bir önceki sezon son 10 maçında galibiyet alamayarak küme düşmüştü.
Sezon öncesi ilk maçı küçük ve suni çimli bir sahada, Banyoles karşısındaydı. Küçük sahalar ve bozuk zeminler, kariyerinde zorlu bir başlangıca neden olmuştu.
İlk üç maçından yalnızca birini kazanabildi.
O sezon küme düşecek olan güçsüz takımlardan Manresa’ya 2-0 yenildikten sonra Guardiola bir yol ayrımındaydı: Topa sahip olmayı önceleyen oyun tarzı, dördüncü ligin zorlu koşullarına uygun olmayabilir miydi?
Fakat yenilginin ardından antrenmana gelirken kararını vermişti.
“Küçük sahalarda oynadığımız için oyun tarzımızı değiştirmemiz gerekebileceğini düşünmeye başlamıştım” diye anlatıyor o günleri:
“Fakat iki gün düşündükten sonra küçük bir sahada iyi bir oyun oynayarak kazanabilirsek, ilerde daha iyi zeminde ve daha iyi futbolcularla da bunu yapabileceğime karar verdim.
“Antrenmana çıktığımda oyunculara ‘Ben buna inanıyorum’ dedim. Alternatifler beni ikna etmekten uzaktı. Bu yüzden değişikliğe gitmedim.
“Bu önemli bir andı çünkü tecrübesiz bir teknik direktör olduğumun farkındaydım. 37 yaşında, büyük oyuncularla hiç çalışmamış biriydim. Kendimi ispat etmem gerekiyordu.”
Fakat bu ispata ihtiyaç duymayan bir kişi vardı: Domenec Torrent.
Guardiola, o dönemde dördüncü lig ekiplerinden Girona’yı yöneten Torrent’in kapısını çalıp yardımcısı olmasını teklif ettiğinde Torrent, futbolcuyken de hayran olduğu Guardiola’nın bu teklifini havada kaptı.
Sonraki 11 yıl boyunca Guardiola’nın yardımcılığını yapan Torrent, 2018’de Manchester City’deki bu görevinden ayrılarak New York City FC’nin başına geçmişti.
Torrent “Guardiola’nın büyük bir cazibesi olduğunu hep söylerim” diyor ve ekliyor:
“Futbolcularla günlük çalışmaları, onları ikna etmek için yeterli.
“Her şeyi ve herkesi çok çabuk anlardı.
“Barcelona B’yi çok güzel futbol oynayan, çok derli toplu bir ekibe dönüştürdü.
“Üstelik oyunculara, o güne kadar duymadıkları bir oyun düzeni gösterdi ve bunu uygulamalarını sağladı.”
Sergio Busquets, Pedro ve Thiago Alcantra o zamanlar Barcelona B’nin genç futbolcularıydı.
Bu kadronun merkezindeki inatçı, tavizsiz ve amansız güç ise Guardiola’ydı.
Profesyonellik had safhadaydı. Rakiplerin maçlarına gözlemciler gönderiyor, buna ek olarak video üzerinden o maçların analizi yapılıyordu. Bu, dördüncü ligde o güne kadar görülmemiş bir uygulamaydı.
Futbolcuların 11’de uyumalarını zorunlu kılmış, kurallara uymayanlara cezalar verilmeye başlamıştı.
“Pep’in çok net sınırları vardı. Kimsenin kuralları çiğnemesine izin vermiyordu” diyor o takımın kaptanı Marc Valiente:
“Kurallara uymayanlara ceza veriyordu ve bence bu adildi.”
O dönem Barcelona’da, şimdi de Manchester City’de sportif direktör olan Txiki Begiristain de Guardiola’nın mükemmeliyet peşindeki mücadelesini hatırlıyor:
“İnanılmazdı. Ülkenin dördüncü seviyesindeki liginde takımını sanki Barcelona’nın A takımını yönetirmişçesine yönetiyordu.
“Oyuncularıyla yakından ilgileniyor, şeflere özel yemek düzeni hazırlatıyor, maçları kayda aldırıp analizini yapıyordu.
“Gerçekten müthişti. ‘Bir gün A takımının başına geçtiğimde böyle çalışmak istiyorum’ diyordu.
“Üstelik bunu sadece söylemekle kalmıyor, dördüncü ligde hayata da geçiriyordu.”
Puan kayıplarıyla başlayan sezonun ilerleyen döneminde forma girerek şampiyon oldular.
Çalışkanlığıyla, kulüp yönetiminin de kalbine girdi.
Torrent, Johan Cruyff’un eşiyle birlikte B takımı maçlarını izlemeye sık sık geldiğini anlatıyor:
“İlginç bir şekilde oyunu izlemektense Guardiola’yı izliyordu. Onun takımı nasıl yönettiğini ve vücut dilini inceliyordu.
“Pep’e ‘İkidir maça geliyor ve sadece seni izliyor’ dediğimi hatırlıyorum. Pep Barcelona A takımının başına geçtiğinde taşlar yerine oturdu.”
Dördüncü ligdeki şampiyonluk, Guardiola’nın cebinden epeyce para çıkmasına da yol açtı.
Takımına “üç maç üst üste kazandığınızda size yemek ısmarlayacağım” sözü veren Guardiola, beş defa yemek ısmarlamak zorunda kaldı.
Barcelona B’nin en önemli performansı ise, dökülmekte olan A takımına karşı oynadıkları ve sadece bir avuç seyircinin izlediği hazırlık maçıydı.
Barcelona forveti Eidur Gudjohnsen “Bu kadar çok koşup top kapmaya çalıştığımı hiç hatırlamıyorum” diyor ve ekliyor:
“Net bir oyun tarzları vardı.
“Yanlarına yaklaşamıyorduk neredeyse. A takımdaki bazı oyuncuların maçı yeterince ciddiye almadığına eminim.
“Ama maç sırasında ‘Vay canına, bu nasıl bir oyun tarzı? Nasıl her zaman boşta pas atacak birini bulabiliyorlar’ diye sorduğum anı hatırlıyorum.”
Bu maç, Barcelona yönetimini Guardiola’yı takımın başına getirmeye ikna etme konusunda kritikti.
A takım içinse bir utanç kaynağıydı. Ronaldinho 10 dakika sahada kaldıktan sonra oyundan alınmıştı.
Deco’nun da B takımı karşısında epey zorlandığı aktarılıyordu.
B takımının o yıl şampiyon olması, bu hazırlık maçı ve Rijkaard’ın takımda disiplini sağlayamaması, Guardiola’nın kariyerinde yeni bir basamağı döşemekteydi.
Takımın başına Avrupa’da dönemin en iyi teknik direktörü olarak gösterilen ve disiplin abidesi Jose Mourinho’nun mu, yoksa şiirsel bir tercih olan ve topa sahip olma konusunda takıntılı Pep Guardiola’nın mı geçeceği sorusunun yanıtı netleşmeye başlıyordu.
Bu soruya yanıt aramaya çalışan yönetimde yer alan isimlerden, 2004-10 yılları arasında kulübün mali işler sorumlusu ve yönetim kurulu üyesi Xavier Sala-i-Martin anlatıyor:
“Herkes takımda bir sorun olduğunu biliyordu.
“Ronaldinho her gece 2’ye kadar bongo çalıyordu. Bunu nasıl engelleyebilirsiniz? Bir çavuşa, hatta bir generale ihtiyacınız var.
“Dönemin en büyük generali kimdi? Jose Mourinho.
“Elimizdeki sorunlara bakınca çözüm açık gibiydi. Ama maalesef, Morinho’nun genleri Barcelona ile uyuşmuyordu.
“Oyun tarzı, Barcelona DNA’sının önemli bir kısmını oluşturur.
“Bunu Johan Cruff’tan miras aldık. Hollanda tarzı futbol oynadığımızda kazanıyoruz. Cruyff’un en iyi öğrencisi de Pep’i.
“Öte yandan Mourinho da Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı.
“O yüzden bu büyük bir tartışma yarattı.
“Ama Joan Laporta ‘Mourinho’nun yolunu izleyemeyiz… O bizim tarzımızda oynamıyor. Kontra ataklarla gol arayan defansif bir tarzı var ve biz böyle oynamayız’ dedi.
“Ayrıca gerçek bir centilmen de değildi. Manipülasyonu seven ve sahada Barcelona tarzına uymayan biriydi.”
Sala-i-Martin, yönetim karar hakkında hâlâ bölünmüşken devreye giren bir kişinin dengeleri değiştirdiğini aktarıyor:
“Yönetim kurulunda hâlâ Mourinho’yu tercih eden üyeler vardı.
“Bunun üzerine Laporta, Cruyff’a danıştı ve ‘Sence Pep bu göreve hazır mı?’ diye sordu.
“Cruyff evet dedi. O evet dediğinde cevap evettir.”
Sonunda, Barcelona’nın en ünlü ismi Cruyff, henüz büyük bir takım yönetmemiş B takımı teknik direktörü konusunda ısrarcı oldu.
Ve futbol o günden beri eskisi gibi olmadı.