Ankaralı stand-up’çılar anlatıyor: Mizahı delirmeye karşı direniş gibi düşünebiliriz
Türkan Uluk
ANKARA – Amerika’da, 19’uncu yüzyıl ortalarında başlayan ve 1930’larda ekonomik buhranın sosyal yaşamı da içine alan bir girdaba dönüşmesi ile iyice yaygınlaşan stand-up gösterileri, Türkiye’deki popülerliğini de benzer bir şekilde 1980’li yılların kasvetli havasında yakalıyor ve 1990’lı yılların gözde eğlence anlayışlarından biri oluyor.
AYAKÜSTÜ GÜLDÜRÜ
Tam Türkçe karşılığı ‘ayağa kalkmak’ olan ‘stand-up’ kelimesi zaman içinde sözlükte bir anlam daha ediniyor: Ayakta, seyirci önünde güldürü. Stand-up terimi Türkiye’de ilk kez Rüstem Batum’un 1989 yılında çıkardığı “İki Ters Bir Düz Laflar” adlı tek kişilik komedi gösterisini stand-up olarak anmasıyla kullanılıyor. İsmi henüz konulmuş olsa da Ferhan Şensoy’un deyimiyle ‘mikrofonda gösteri yapan kişiler’, Türkiye’de uzun yıllar bu türün örneğini sahneliyor. ‘Ateş Böcekleri’ gösterisi ile tanınan Orhan Boran gibi.
BİR SAHNE, BİR ANLATICI, BİR HİKAYE
Anadolu’da, başta kahvehaneler olmak üzere, şehir ve kasabaların kamusal alanları etrafında toplanan kalabalığı güldürmek amacıyla hikayeler anlatmaya dayalı meddahlık geleneğini anımsatıyor şu anki haliyle stand-up gösterileri. Bir grup izleyiciye, gerek kendi başına gelenleri, gerek süregelen efsane ve hikayeleri taklit ve canlandırmalarla anlatan meddahlar gibi, günümüz komedyenleri de şehrin popüler mekanlarında kendi hikayelerini etraflarında toplanan samimi bir kalabalığa anlatıyor. Kafe ve barlarda düzenlenen, izleyicilerin de sahne alabildiği açık mikrofon etkinlikleri, birkaç komedyenin art arda çıkıp gösterilerini sahnelediği çoklu gösteriler ve tek kişilik gösteriler gittikçe popülerleşiyor.
Biz de yeni nesil Ankaralı komedyenlerle kendi hikayeleri, tecrübeleri; stand-up kültürünün geldiği nokta ve mizah üzerine söyleşiyoruz.
LEYLA EZGİ DİNÇ: ANLATMAK BENİ HAYATA BAĞLIYOR
Leyla Ezgi Dinç, ODTÜ Sosyoloji mezunu; yine ODTÜ’de toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimi alıyor ve bir süredir birkaç farklı üniversitede sözleşmeli araştırmacı olarak çalışıyor. Ardından reklamcılık sektörüyle kesişiyor yolu ve kendi deyimiyle kendini gerçekleştirme arzusunun insanın içinden asla çıkmaması, onu sürekli dürtmesiyle akademiden de özel sektörden de tamamen uzaklaşıyor.
“Anlatmayı çok seviyorum; beni tanımlayan şeylerden biri budur. Çok keyif alıyorum bundan. Anlatmak, beni hayata bağlıyor. Bir konu, bir kavram üzerine çok uzunca bir süre düşünüp onu kristalize etmek, onu işlemek, insanlarla paylaşmak, ortaklık kurmak ve karşılık bulmak…”
‘KADIN KOMEDYENLER BANA CESARET VERDİ’
Sahneye ilk ne zaman çıktığını sorduğumuzda, stand-up’tan çok önce sahne tozu yuttuğunu öğreniyoruz Dinç’in. ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu kurucularından, o dönem her ne kadar odağı yazı ve şiir olsa da bir tiyatro atölyesiyle birlikte sokak ve çocuk tiyatrosu yapmaya başlıyor; tüm üniversite hayatı boyunca da aralıksız devam ediyor tiyatroya. Henüz sahneye çıkmadan hikayelerini ‘Ölü Yatırım’ adını verdiği podcast serisinde anlatmaya başlıyor:
“Pandeminin ilk zamanları, ilk taslaklarını hazırlayıp çöpe attığım podcaste, 2021 başında yeniden cesaret edip başladım. Sesimi ilk olarak orada yakaladığımı düşünüyorum.”
İlişkilere, okul ve çalışma hayatına, yani hayata dair izlenim ve tecrübelerini edebiyat, müzik ve sosyal bilimler literatüründen isimlere referanslarla zenginleştirdiği podcast yayınları ile, düşündüğünden çok daha fazla dinleyiciye ulaşıyor ve bu, onu hikayeler yazmaya tekrar motive ediyor.
Stand-up gösterileri yapmaya ise yaklaşık bir buçuk sene önce kadın komedyenlerin hikaye anlatıcılığından ilham alarak başlıyor:
“Stand-up’a başlamadan önce stand up’ın yazılı kuralları var, belli bir matematiği var, onun dışında hiçbir şey yapılmaz gibi geliyordu. Ancak sonra kadın komedyenleri izledim, onların hikaye anlatıcılığına dayanarak yaptıkları gösteriler bana cesaret verdi ve sahneye çıktım. İlk sahne de çok güzel geçince kendimi bu meslek dalının kollarına attım.”
‘GÜVENCESİZ BİR İŞ, NE KADAR SAHNEYE ÇIKARSAM O KADAR KAZANIYORUM’
Sadece stand-up yaparak geçinip geçinemediğini soruyoruz Dinç’e ve şu yanıtı alıyoruz:
“Şu an hala kısmen yani yarı zamanlı komedyenlik yapıyorum. Çünkü tamamen beni geçindiren bir meslek değil henüz. Güvencesiz bir iş, ne kadar sahneye çıkarsam o kadar kazanıyorum. Baristalık yapmaya ve birtakım freelance işler yapmaya devam ediyorum bir yandan. Aslında hiç böyle hayal etmemiştim geleceğimi, daha stabil bir yaşam sürerim diye düşünmüştüm.”
Çok yoğun çalıştığı, bunaldığı özel sektör günleriyle öyküler yazarak baş eden, yazdıklarından biriyle de prestijli öykü ödüllerinden birini alan bir komedyen Leyla Ezgi Dinç’in, işinin güvencesizliğinden bahsettikten hemen sonra şöyle devam ediyor sözlerine:
“Ne kadar sıkışırsan o kadar kendin olma ihtiyacı duyuyorsun. Ne kadar da kendin olma ihtiyacı hissedersen o kadar üretesin geliyor.”
‘MUHALİFLİK BENCE KOMEDİNİN EN SAĞLAM BENZİNLERİNDEN BİR TANESİ’
Mizah ve güldürü, temelde sembolik bir anlatım kullanıyor olmasının da etkisiyle eleştiri ve muhalefet için sıklıkla başvurulan bir dil. Stand-up’ın bu noktada nasıl konumlandığı hakkında şunları dile getiriyor Leyla Ezgi Dinç:
“Misyonu olmasa da muhalifliği komedyenlikte değerli görüyorum. Çünkü bir şeyler anlatıyorum ve sadece kendi adıma konuşmuyorum. Orada birilerinin adına da konuşuyorum. Ben duyulmayan sesleri aktarmak istiyorum. Muhaliflik bence komedinin en sağlam benzinlerinden bir tanesi. En temelinde bu bir dert anlatma meselesi. Benim aracım burada güldürmek ve şaka olsa da aslında en temelinde kendini ifade etme. Kendin gibi insanlarla o an orada var olabilme, hala aslında komedinin en saf tanımı benim için bu.”
‘KORKU BÜYÜDÜKÇE CESARET DE BÜYÜYOR’
Bir önceki neslin komedyenlerinin, daha büyük kitlelere ulaşabilmek için, sahnelerini kaydedip televizyon ve sinema ekranlarına taşıması gibi, bugünün komedyenleri de sahnelerinin tamamını ya da gösterilerinden bazı kesitleri çeşitli sosyal medya kanallarında paylaşıyor. Ancak, çoğu zaman da bunu izleyiciler yapıyor. Üstelik komedyenin paylaşılacak olanı seçme şansı da olmuyor. Linç kültürünün böylesine yaygın olduğu ülkemizde, geçmişte bağlamından koparılarak paylaşılan şakaların komedyenlerin başına açtığı işleri de göz önünde bulundurarak, ‘linçlenmekten korkuyor musun’ diye soruyoruz Leyla Ezgi Dinç’e:
“İlk başladığım zamanlarda sahneye çok korkarak çıkıyordum. Çok çok gerçek bir şey, çok politik gerçek bir şey hatta, yani benim başıma bir şey gelir mi? Biri beni kayıt altına alır mı? Ben sahnede de yapacağım şakadan çok bunları düşünüyorum sonra. Tabi korkumu diğer komedyen arkadaşlarımla paylaştım. Özge Özel dedi ki, bu komedyenlerin sarılığı gibi, bir kere geçireceksin sen bunu sonra alışacaksın. Ben bunu duyduktan sonra biraz daha cesaretlendim. Politik şakalar yapmaya, tırnak içinde birilerine dokunabilecek şakalar yapmaya devam ettim. Tuhaf bir şekilde, korku büyüdükçe cesaret de büyüyor.”
EMRE AYDIN: YAZARLIK, PODCAST VE SAHNE…
Emre Aydın, Gazi Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunu, yine aynı alanda yüksek lisansını tamamlıyor. Öğrenciliği boyunca amatör ruhla sürdürdüğü yazarlığı, akademiden ayrılmasıyla birlikte profesyonel olarak sürdürüyor. Metin yazarlığı, senaristlik ve editörlük yapıyor. Şu sıralar, komedyenliğin yanı sıra çok yakın gelecekte komedi kulübü olarak da hizmet verecek olan bir sahaf-kafe işletiyor. Aydın stand-up’a başlama hikayesini şu şekilde anlatıyor:
“Beni sinir eden şeyleri biraz sarkastik, biraz mizahi, komik, bazen de hüzünlü bir şekilde öyküleştirerek anlattığım ‘Birinci Tekil Şahıs’ isminde bir podcast yapıyordum. Herhangi bir beklentiyle başlamadığım, Spotify’a yükleyeceğim ve sonra unutacağım diye düşündüğüm podcast yayınlarım hiç beklemediğim şekilde bir listeye üst sıralardan girdi. Sanırım ikinci bölümün sonrasında, dinleyenlerden biri, Ankara’da bir mekan sahibi, sahneye çıkmamı teklif etti.”
TOPLUMSAL BİR DERTLEŞME: AÇIK MİKROFON ETKİNLİKLERİ
Aydın ile yeni neslin stand-up’a olan ilgisi üzerine konuşuyoruz. Seyircilerin de sahneye çıkıp stand-up yapabildiği açık mikrofon etkinliklerinin yaygınlaşmasının da bunda etkisinin olduğunu söylüyor:
“Yani sosyalleşmek için de yapanlar oluyor. Hani komedyen olma derdim yok ama evet, anlatmayı seviyorum. Konuşmayı seviyorum, insanlar beni dinlesin, izlesin istiyorum kısmı da var. Yaşadığımız toplumda da kendini ifade etme alanları gün geçtikçe daralıyor. Ve seni anlayabileceğini düşündüğün birkaç kişinin önünde kendini anlatma isteği çok doğal geliyor bana.”
‘BAKMAKLA YÜKÜMLÜ OLDUĞUM BİR KEDİM VAR, GÖZALTINA ALINAMAM’
Politik atmosfer sanatsal üretimin içeriğini etkiliyor. Söz konusu, mizahı merkezine alan bir anlatı biçimi olunca, derinleşen toplumsal çatışmaların önemi artıyor. Emre Aydın, Türkiye’de son zamanlarda artan ifade özgürlüğü kısıtlamalarının, stand-up üzerindeki etkilerini şu şekilde değerlendiriyor:
“Stand-up’a olan ilginin artmasının, Türkiye’de artan politik baskının sonuçlarından biri olduğunu düşünüyorum; tıpkı bir zamanlar Twitter’da gündemle ilgili meseleleri ironik ve alaycı bir dille eleştiren ve yorumlayan hesapların popülerleşmesi gibi. Konuşabildiğimiz çok fazla alan yok. İnsanlar tüm bu baskıları şaka üzerinden de olsa anlatmak istiyor.”
Artan baskı ve çatışmalar anlatılan hikayeleri zenginleştiriyor, ancak öte yandan da anlatıcının hep biraz diken üstünde durmasına sebep oluyor. Aydın’a bu tedirginliğin otosansüre dönüşüp dönüşmediğini soruyoruz ve şu yanıtı alıyoruz:
“Otosansür kesinlikle var ve yapmak zorundasın, çünkü bakmakla yükümlü olduğum bir kedim var mesela; gözaltına alınamam ben. Yani tek başıma yaşıyorum ve ona mama vermem lazım. Günümüz Türkiye’sinde artık herhangi bir insanla bile konuşurken otosansür yapıyorsun.”
SAMET KARADENİZ: İLK SAHNEYE ÇIKIŞI ARKADAŞ HATIRINA
Samet Karadeniz, ODTÜ felsefe mezunu; uzun yıllardır abisiyle birlikte mizah, edebiyat ve müzik alanlarında koleksiyon yapıyor. Üniversitede hazırlık sınıfındayken, Ferhan Şensoy’un eserlerine yoğunlaşıyor. Ferhan Şensoy’un edebiyat öğretmeni Tahir Alangu’nun ona “Günlük yaz, yazar olacaksın” demesinden etkilenerek kendine, “Ben de günlük tutacağım, ben de yazar olacağım diye” söz veriyor. Yaşadığı olayları belli bir kompozisyon içinde ve mizahi bir dille yazmasıyla stand-up hayatının ilk tohumları atılıyor. İlk sahneye çıkışı ise arkadaş hatırına oluyor:
“2019 Aralık’ında, ODTÜ’den arkadaşım olan Deniz Göktaş, Ankara’daki ilk tek kişilik gösterisi için bir şeyler yazıp onun açılış komedyenliğini yapmamı istediğinde fişeklendi bu istek.”
BİR SAHNE, HEM MÜZİK, HEM STAND-UP
Ardından Ankara’da birkaç komedyen arkadaşıyla birbirlerini motive ederek ortak şovlar düzenliyorlar ve şehir şehir geziyorlar. Aynı zamanda müzisyen olan Karadeniz, üç ayrı grupta gitar çalıyor. Üniversite yıllarında ‘Boyalı Kuş’ ile başlayan müzik macerası, yakın zamanda yeni albümü çıkacak olan ‘Sinağrit Baba’ ve ünlü İngiliz progresif rock grubu ‘Camel’ın şarkılarını çalan ‘ARABALUBA’ ile eşzamanlı ilerliyor.
Uzun yıllar müzisyen olarak çıktığı sahnelere bir de stand-up ekleniyor. Stand-up gibi izleyiciyle bir hikaye üzerinden anlık reaksiyonlarla bağ kurulan bir türde farklı sahnelerde farklı seyirci kitlelerinin performansını nasıl etkilediği üzerine konuşuyoruz:
“Bazı kitlelerde bazı şakaların yapılamayacağı anlaşılıyor aslında ama ne kadar ofansif ne kadar rahatsız edici bir içerik olsa da, seyirci ve komedyen arasında karşılıklı örgü örer gibi bir paylaşım olduğu zaman o duygu seyirciye geçiyor. Ben tabii kendimi bu konuda çok deneyimsiz görüyorum. Bu tespitlerimi, bu işi uzun yıllardır yapan arkadaşlarımı gözlemleyerek söylediğimi belirtmeliyim. Yani hiçbir şekilde o kitlenin hoşlanmayacağı şakalar yapan birisi seyirciye, o güveni verdiğinde bambaşka bir paylaşım olabiliyor. Hatta seyircide bir dönüşüme sebep olabiliyor ki, stand-up’ın birazcık bir etkisi olacaksa seyirci tarafında, bu tip şeyler önemli gibi geliyor bana. Tanımadığın hayatlar yaşayan insanların arasında çok güvende hissetmediğin konularda şaka yaparkenki o suskunluğu evriltebiliyorsan, o hakikaten güzel bir silah.”
‘MİZAH TAHAMMÜLÜMÜZÜ ARTTIRIYOR’
Çocukluk zamanlarından beri anlama çabasının mizahla çok bağlantılı olduğunu, öyle ki, lisede bir dersi öğrenme sürecini bile mizah üzerinden gerçekleştirdiğini belirten Samet Karadeniz, toplumsal olarak da mizahın böyle bir hafifletici yanının olduğundan bahsediyor:
“Tahammül kelimesi hamallıktan geliyor; yani bir şeyi taşırken o yükü hafifletmek gerekiyor. Şu anki gündemde ve ekonomide üstümüze gelen ve birçok insanın da canına mal olan bir sürü şey yaşıyoruz. Bu haberlerin hepsiyle beraber yaşamak, çok büyük insani bir tarafımızı kaybettiğimizin göstergesi ama bir şekilde yaşamaya devam etmek durumundayız. Bu yükümüzü hafifletme eğilimimiz oluyor ve mizah tahammülümüzü arttırıyor. Mizahı, delirmeye karşı bir tür direniş gibi düşünebiliriz.”
Yeni nesil komedyenler, gerek şehrin pek çok yerinde anlattıkları hikayelerle, gerek başka üretim alanlarıyla kesişen şahsi hikayeleriyle, içinde yaratma arzusu duyan herkese ilham oluyor. Ekonomik krizin, toplumsal çatışmaların, özellikle genç nüfus arasında yaygınlaşan umutsuzluğun hafiflediği, birbirimize anlatarak, birbirimizi dinleyerek ortaklığımızı pekiştirdiğimiz bir toplumsal paylaşım alanı oluyor stand-up gösterileri…