Seray Şahinler – Oyuncu ve yazar Berkay Ateş’in son yıllarda tiyatro dünyasına iz bırakan oyunları, “Sessizliği Vurun” adlı kitapta buluştu. Ateş’in Cevdet Kudret Ödüllü oyunu “Hakikat, Elbet Bir Gün”den, ocak ayında prömiyer yapan son oyunu “Uykusuz Bir Rüya, Salim”e kadar uzanan metinleri toplumun ve insanın derdine ortak oluyor. Kitapta, yazarın İran’da yayımlanmış “Yankılar Kötü” adlı bir de öyküsü var. Ateş’in metinleri, onun iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu yansıtırken oyunların övgü alması metinlerinin edebi gücündeki başarıyı gösteriyor.
Oyunlarınızın kitaplaşma süreci nasıl başladı? Bu oyunların bir aradalığı neden önemliydi sizin için?
Bu yolculuk uzun bir süreci kapsıyor. Tiyatro metinleri benim için çok kıymetlidir; Shakespeare, Çehov, Gorki, Ibsen gibi dünya edebiyatının en önemli yazarları tiyatro metinleri sahibidir. İlk oyunumu yazdığımda hayatıma ‘yazar ya da oyun yazarı olarak devam edeceğim’ gibi bir düşüncem yoktu. Ama iki, üç derken “Uykusuz Bir Rüya, Salim” ile toplam beş oyun oldu. Oyunlar basılı olarak kalsın, izleyemeyen ama okumak isteyen okusun istedim.
Kitaba adını veren; şu sıralar sahnelenen ilk oyun metninde “Sessizliği Vurun” diyorsunuz. Topyekûn yaşanan bir sessizlik olduğu doğru fakat bir tarafta sesini duyurmak için haykıranlar var. Fakat o seslerin duyulmadığı bir süreci yaşıyoruz. Bu sessizliği vurursak her şey çözülür mü?
Toplumsal kanıksanmış hâl, çaresizliğin meşruluğu, bizi sessizliğe iten ya da küçük seslerle birbirimizle anlaşmak zorunda bırakan bir dönemdeyiz. Kişisel hayatlarımızda da böyle olduk; yorgun, hep bir uykulu hâl, uyanmamız gereken bir rüyadaymışız gibi… Kendi içimizde sessizliğimizi vurarak seslerin birleşimini yaratabilirsek her şey düzelir mi, düzelmez mi bilmiyorum. Ama bir şeyler değişir. Bu odaların içinde, yemek yenen sofralarda, hemen yanı başımızdaki bir şeyde susmak, buradaki sessizliği kanıksamakla mücadele aslında. Büyük cümlelere gerek yok; biz daha küçük cümleleri bir araya getiremedik. “Uykusuz Bir Rüya, Salim”de geçen bir cümle vardır: “Kaleminiz nasıl da uykuda”. Orada da aynı şeyden bahsediyorum: Sözlerimiz, hayallerimiz uykuda.
Oyunlardan iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunuzu görüyoruz…
Çocukluğumdan bugüne kadar bakmayı, izlemeyi, tanık olmayı hep sevdim. Bir şeylerden kaçmadan, derinine inmekle ilgilendim. Yüzeysel olan hiçbir şey ilgimi çekmedi. Oyunlarım da soru sorsun istiyorum. Bu gençler, hayvanlar, doğa ne yaşıyor? Çocukluğumdan beri dikkat eden, hatırlayan, çoğu zaman unutan ama hatırlanacak şeyleri hatırlayan biriydim. Emeğin yanında durmak, hakkın verilmesi, hakikatin ortaya çıkabilmesi gibi konularla mücadelenin içindeyim. Bu da metinlerde kendini hissettiriyor.
Yeni oyununuz “Uykusuz Bir Rüya, Salim”den de bahsedelim…
Okuldan hocam, ilk oyunumu yönetmiş olan Yiğit Sertdemir ile 10 yıl sonra yeniden buluştuk. Çok iyi bir prova süreci geçirdik. Yiğit Hoca ile dünyaya, hayata, insana ve metne bakışımızla hem masa başında hem sahnelemede iyi bir süreç geçirdik. Farklı mekânları olan hikâyenin tek kişilik oyunda anlatımının olması zor ama etkileyici oldu. Herkesin aynı hissiyatta buluşması çok önemliydi.
Bundan sonrası için bir roman yazmayı düşünür müsünüz?
“Uykusuz Bir Rüya, Salim” aslında bir romandı. Ama hikâyeyi daha sonra Salim’in dilinden anlatmaya başladığım için bir tiyatro oyunu yazmayı istediğimi fark ettim. Metinde çok büyük bir kısaltma oldu ama romandan da çok keyif aldım diyebilirim. Roman için iyi bir tecrübe oldu. Yakın zamanda tiyatro oyunu yazma fikrim yok. Bilmiyorum, bir film senaryosu yazma fikrim var, belki o araya girebilir.